Muaviyeyi Ashab kabul etmenin hükmü

Ehl-i Sünne Velcemaatin kaynaklarından biri de şudur; “Sıffin savaşında Muaviye der ki; her kim bana Ammar bin Yasir’in başını getirirse ona bir dağarcık altın vereceğim.” Bunu söyledikten biraz sonra, iki kişi va’d edilen rüşveti almak için Ammar’ın başı ile Muaviye’nin yanına gelirler. Biri Utbe oğlu Velid, diğeri Servi’nin oğlu Hurri, her biri Ammar’ı kendisinin öldürdüğünü iddia eder, Muaviye bunları Amr bin As’a havale eder. Aranızda Amr hüküm etsin der. Amr Selvi’ye karar verir. Ve cehennem ile müjdeler. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Hz. Ammar Bin Yasir’e (r.a) buyurmuş ki; “Seni bâği (âsi) bir topluluk öldürecek ve öldürüldüğün yerde de Cebrail (a.s.) ve Mikail (a.s.) var.”

Başka bir rivayette ise “ Ammar’ı öldüreni Cehennemle müjdeleyin. Hak Ammar ile beraberdir. O nerde olursa hak oradadır. Yıldızlar dünyada dönüş yaptığı müddetçe Ammar haktan ayrılmaz. ”diye buyurmuştur. (Ravzatül ahbab cilt 3 sahife 517.)

Çok Ehl-i Sünnet kitapları Hz. Ammar’ın (r.a.) katlinden bahsetmiş, Nurul-ebsar gibi Taberi gibi daha başka nice nice kitaplar.

Ehl-i Sünnet Velcemaatin kaynakalrından biri şudur; Muaviye yukarıda geçtiği gibi Büşr’ü 3.000 asker ile Yemen’e göndermiş, Yemen’de Büşr Abdullah ibni Abbas’ın iki oğlunu öldürmüştür. Bunlar, Abdurrahman ve Kasımdır. (Ravzatülahbab cilt 3 sahife 545,546.)

Bu katilden sonra İbni Abbas ruhsat üzere nefsini helaktan kurtarmak için Muaviye’ye bey’at etmiştir.
Muaviye hakkındaki Ehl-i Sünnet Velcemaatin kaynaklarından biri şudur; Veysel Karani (k.s.) Muaviye’nin askerleri tarafından Sıffin savaşında öldürülmüştür. Çünkü Haydarı Kerrarın etbaı idi. Aynı savaşta Rasûlüllah ile beraber bedir savaşında savaşa giren seksen Sahabe öldürülmüştür. Hudeybiye savaşında Rasûlüllah ile beraber bulunan sekiz yüz Ashabı Kiram da yine bu savaşta katledilmiştir. Bu Ashabı Kiramlar hep Muaviye’nin emri ile öldürülmüştür. (Ravzatül ahbab cilt 3 sahife 474.)

Ehl-i Sünnet velcemaatin Muaviye hakkındaki kaynaklarından biri de şudur; Hz. Hasan (r.a.) hilafeti Muaviye’ye cebren ve kerhen terk ederken şunu şart koştu, sen benden evvel helak olursan, hilafet tekrar benimdir. Muaviye bu şartı kabul etti ve resmi mühürle mühürledi. Muaviye bu sözü bozmak ve oğlunu kendi yerine geçirmek için Hz. Hasan’a (r.a) karşı hile düşündü. Mervanın Medine’ye tasallutu zamanında Mervan’a ailesi Cu’de’ye zehir gönderdi. Sen Hasan’ı zehirlersen sana Irak’ta yedi yayla vereceğim ve oğlum yezid’e seni nikâh edeceğim, diye vaat etti. Ve Cude’ye Hz. Hasan’ı zehirletti. Gerçek zehirletme planını kuran Muaviye’dir. Yeter ki hilafet Hz. Hasan’a (r.a.) değil, Yezid’e geçsin.” (Ravzatül ahbab cilt 4 sahife 17, 18.)

Muaviye hakkında Ehl-i Sünnet Velcemaatin kaynaklarından biri şudur;
إن معاوية كان إذا قنت لعن علياً وإبن عباس وحسناً وحسيناً والأشتر. (نورالأبصار. ص110)
“Muaviye kunut dualarını okuduğu zaman Hz. Ali, İbni Abbas, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Üştür’e (Hz. Ali’nin komutanı) lanet okurdu.” (Nurul-ebsar sahife 110)

İslam fıkhına göre Kâfir kişiye hayatta iken ona lanet getirmek dâhi haramdır. Ancak Kâfir olarak öldükten sonra ona lanet getirebilir.

Fıkhi malumattandır ki, Salatü Selam bu Âli Rasûl üzere namaz celselerinde vacibatı diniyedir. Çünkü bunlar Âl’dir. Muaviye salât kelimesini lanetle tebdil etmiştir. Nasıl ki Hz. Osman’ın (r.a.)’ın katlini dünya riyasetine alet ettiği gibi türlü türlü yalanlarla ve “Kısas Ayetini” bozmakla tarihi kitaplara müracaat edilirse, Taberi gibi “Kısas Ayetini” nasıl bozduğu anlaşılır. Bunun gibi Hz. Ömer’in (r.a.) katlinde nasıl Ebu Lü’lü’yü kullandı ise. Çünkü Ebu Lü’lü Muğayre bin Şube’nin kölesi idi. Muğayra bin Şube’yi Hz. Ömer (r.a.) Kufe valiliğinden azletmişti. Muğayra’nın zina işleme meselesi duyulduktan sonra. (Bu mesele Ravzatül ahbab Cilt 3, Sahife 156.’da zikredilmektedir.)

Bu olaylar, Hz. Ömer’in (r.a.) katli Muğayra’nın azlinden sonra vuku buldu. Muğayra da Muaviye’nin evvelden en yakın dostu idi. İşin en garibi şudur ki, Ebu Lü’lü’nün haracını yiyen ondan fazla haraç alan efendisi Muğayra’dır. Ancak Ebu Lü’lü Muğayra’ya iltifat etmeyip, Hz. Ömer’i (r.a.) hedef kılmıştır. Neden? Hz. Ömer’in (r.a.) Ebu Lü’lü’ye yaptığı şu nasihat için. Çünkü Ebu Lü’lü “Muğayra benden fazla haraç alıyor” diye Hz. Ömer’e (r.a.) şikâyet ettiğinde, Hz. Ömer (r.a.); “ Efendine itaat et ve hürmetli ol!” dediği için O’nu Ebu Lü’lü vurmuştur.

Muaviye’nin harbü Dar’da Harici ve Sebeilere karşı, yardım etmemesi, Hz. Osman (r.a.) altı ay boyunca Muaviye’den yardım istediği halde (Tarihul Hulefa sahife 200) ve Muaviye’nin Harici’lerle Mushaflar havaya kaldırılırken Sıffin savaşında hakemlik meselesinde ittifak yapması (Ravzatul-ahbab cilt 4 sahife 526 da zikredildiği gibi) Âli Rasûlü sebb, şetm ve tekfir eden Haricilerle beraber olması delalet ediyor ki, bu iki cemaatin önderi ve kurucusu ve kötülüğe teşvikçisi Muaviye’dir ve bu iki cemaatin manen bir olmasına delil şu; Tarikatı Muhammediye üzere olan Berika’nın makalesidir, şöyle diyor Berika;
[ لعل أول الخوارج عند وقعة عثمان حين خرجوا عليه و أوقعوا حرب الدار إلى شهادة عثمان] إلخ. ص300
“ Umulur ki Hariciler kuruluşu Hz. Osman (r.a.) olayında vuku bulmuştur. Hz. Osman’ın (r.a.) üzerine gittiler, Dar savaşını çıkartılar, Hz. Osman’ı (r.a.) şehit ettiler. (Sebeilerle beraber).” (sahife 300)

Bir de Hayatül Hayavan’ın makalesidir;
[وكان قد تفرّق علي على الخوارج وإعتقد بعض منهم فيه الإلهية فأحرقهم بالنار] إلخ.ص56
“ Hz. Ali üzere ayrılmalar oldu, kim ayrıldı? Hariciler ayrıldılar. Kimisi Ali’ye İlahlıkla itikat etmeye başladılar. Hz. Ali onları ateşte bile yaktı. (cilt 1 sahife 56)

Bu müşriklere naslar arasında Sebei deniliyor. Âli Rasûlün irtidatına fetva verenlere de Harici deniliyor. Hâlbuki bu iki örgütün de kaynağı birdir. İkisi de Âli Rasûlün tahribi için kurulmuşlar. Kimisi ifrat ile tahribe çalışıyor, Sebeiler gibi. Kimisi tefrit ile tahribe çalışıyor, Hariciler gibi. İkisinin de asıl hedefi yalnız Âli Rasûl’dür. Kökleri de birdir ve beraber kurulmuşlar olup, başta hepsine “Havaric” deniliyordu. Hülasa, Muaviye bu iki örgüt ile de ortak olmuştur. Âli Rasûlü imha etmekte.

Birinci ifrat örgütü; Sebeiler dir. Ve Âli Rasûlü şerik olarak tanıyorlar.
İkincisi tefrit örgütüdür. Hariciler gibi, bunlar da Âli Rasûlü tekfir ediyorlar.
Muaviye birinci örgüt ile Müslümanları Âli Rasûl’den tiksindirmiştir. Ve Âli Rasûlün bazı haklarını tanımaktan vazgeçirmiştir. Ve onlara layık olan şer'i meveddet (dostluk) ve muhabbetlerinden (sevgiden) de uzaklaştırmıştır. Bunun için cemiyet ve cemaatlerde Âli Rasûle karşı muhabbetini izhar edenler, Sebeilik ve Rafızîlikle itham edilmektedir.

Muaviye, Âli Rasûlün maksadının aksi olarak ikinci örgüt ile Âli Rasûle irtidatı isnat etmekle Müslümanlar arasında Âli Rasûlü yere vurmak ve onları harcatmak istemiştir. Çünkü Âli Rasûlün maksadı imandır, İslamdır, Haricilerin dedikleri gibi iman ve İslam'dan dönmek değildir.

Muaviye için kâtiplik şan ve şeref verici bir iş sayılamaz. Kur'anı Kerim kitabeti şüphesiz sanatlar arasında en üstün bir sanattır. Ancak, sanatın üstün olması kâtiplerinde mutlaka üstün olması anlamına gelmediğinden, kâtipliğinin Muaviye'ye herhangi bir ulvi makam ve derece kazandırdığından da söz edilemez.
O'nun gibi Mervan Beni Hakem de bir Katib-i Kur'an iken, Âli İmran suresini Âli Mervan'a tebdil ettiğinden Rasûli Ekrem (s.a.v.) tarafından sürgüne gönderilmiştir.

Ve Abdullan beni Sarh Hz.Osman'ın sütkardeşi idi, Kur'anı Kerim kâtipliğini yaptığı halde son zamanda mürted olmuştur.

Bunun için Kur'anı Kerim kitabetini yapan bir kimse " Masumdur, eleştirilemez" diye bir kaynak kitap ve sünnet de bulunmamaktadır.

Bir nebinin veya bir evliyanın veya bir âlimin veya bir müslümanın gayri müslimden bir kızı Müslüman edip onunla evlendiği zaman o zevatı kiramların kayın biraderlerinin illa İslam sayılmaları mecburiyeti de kitap ve sünnet kaynaklarından yoksundur.

Çünkü İslam'da insanın kendi niyeti muteberdir. Kendi Müslüman olmadıktan sonra akrabalık hatırı onu Müslüman kabul ettiremez...

Muaviye şu arada çok İslam taifelerini avlamıştır ve tuzağına düşürmüştür, Bedir intikamını almak için. Nasıl ki oğlu Yezid Hz. Hüseyin'in kesilmiş başını gördüğü zaman çubuğunu ağzına sokarak şöyle demiştir;
قال إبنه يزيد حين رأية رأس الشريف الشهيد حسين [لم لم يخلّصك ما إغتررت عليهم من أبويك أي علي وفاطمة وجدك أي محمد فالآن نطفئ حرارتى الحاصلة من قتل أبيك سبطى فى غزوة بدر] البريقة على الطريقة. ص281
"Neden gurur duyduğun iftihar ettiğin annen Fatma ve baban Ali seni korumadı ya! Ve iftihar ettiğin ceddin Muhammed seni bugün elimizden kurtarmadı ya! Bugün Bedir savaşında babanın akrabalarıma karşı işlediği cinayetin intikamını aldım ve hararetimi söndürdüm, çok hoşnudum. (El-berika alet-tarika sahife 281)

Bundan anlaşılır ki; babasının kendisi uğruna din ve dünyasını feda ettiği Yezid, Bedir’de ki Rasûlüllah’a karşı savaşa gelen dedesi Ebu Süfyan ordusunu, ashabını ve küfür güçlerini açıkca Muhammedi güç üzere tercih etmiştir.

O Yezid ki, iki kız kardeşi aynı anda bir arada kullanıyordu, ayrıca anne ile kızıda bir arada kullanıyordu. Yani Yezid kaynana ve baldızlara şer'i hürmetlik meselelerini ayette dediği halde tanımıyordu. (Tarih-ul Hulefa sahife 209)

Nisa suresi 23.ayeti kerimede bu fiiller açıkça haram kılındığı halde bazı insanlar tarafından savunması yapılan Yezid'in hali bu idi.

Yukarıda ashabı kiramın vasıf hadisi geçti. O Hadiste şudur. " Ashaplarım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz. " Bu hadis çok ehli Sünnet Velcemaat ulemalarının eserlerinde mevcuttur. O kitaplardan biri de Müceddidi Elfi Sani İmam Rabbani'nin Mektubatıdır. (Cilt 2 sahife48)

Yukarıda bahsettiğimiz gibi şu hadis hükmüne göre, eğer siz Muaviye'nin sahabeliğine itikad edip O’nu sahabe kabul ederseniz, kurtulamayacağınız oklara maruz kalacaksınız. Dünya ve Ahirette kurtuluş olmaz. Çünkü Resûlüllah (s.a.v) Ashab-ı Kiramı istisnasız yıldızlara benzetmiştir. Doğru yola kavuşmayı "vechi şebeh" denilen benzer yön kılmıştır. Eğer siz Muaviye'nin sahabeliğini kabul ederseniz, o vakit lazım gelir ki, O’nun işlediği bütün kötülükleri hidayet kabul etmek zorunda kalırsınız. O vakit yukarıda geçtiği gibi Hz. Hasan'ı (r.a) ailesine zehirlettirerek öldürtmesini hidayet kabul etmek zorunda kalırsınız.

Hz. Halid'in oğlu Abdurrahman'ı (r.a) öldürtmesini de hidayet kabul etmek zorundasınız. (Ravzatul-Ahbab'da geçtiği üzere. Cilt.4 sahife 105)

Ve Hz. Ammar'ı (r.a) Hurri Selvi'ye para karşılığı öldürtmesini hidayet kabul etmek zorundasınız. Kendi oğlu Yezid'i ümmeti Muhammed'in başına zorla geçirip ümmeti Muhammedi Yezid'in zulmüne uğratmasını hidayet kabul etmek zorundasınız, yukarıda geçtiği gibi. " Ben dinimi imanımı oğlum için feda ettim, yani Ahiretsiz imansız oldum." Demesini de hidayet kabul etmek zorundasınız. Muaviye'nin minberlerde Âli Rasûl üzere lanet okumasını da hidayet kabul etmek zorundasınız. O'nun memuru Mervan'ın Medine minberlerinde Hz. Hasan'a şu kötü kelimeyi;
القول الكريه [ أي حسن مثلك مثل البغلة قيل لها من أبوك قال أمى الفرس ] (تاريخ الخلفاء. ص190)
Ey Hasan! Senin meselen katır meselesine benziyor, katıra demişler ki, senin baban kim? Demiş ki, benim anam at" diye söylemesini hidayet kabul etmek zorundasınız. (Tarih-ul Hulefa sahife 190)

(İslam kurallarına göre sükût ikrardandır, biz bin senedir bu kelimeyi duymakta iken Muaviye o vakit duymadı mı? Çünkü bu kelimeden dolayı Mervan'a hiçbir tepki gösterilmemiş, bu gibi nice kötü söz ve muamelelere Muaviye göz yummuştur.) Eğer bu kötü söz ve fiilleri hidayet kabul ederseniz, hak ile batılı ayırt etmeniz ve hidayet ile dalaleti birbirinden seçmeniz nasıl mümkün olur? Bu büyük zıddiyet, açık ve güçlü çelişki, sizi iki yolun birini tercih etmeye mecbur bırakır.

Ya Muaviye'yi tercih edeceksiniz, ya Ashabı Kiramı tercih edeceksiniz. Muaviye'yi tercih edip seçerseniz, tüm Ashabı kiramın makam ve şereflerine leke sürmüş olursunuz. Eğer Muaviye'yi değil de Ashabı Kiramı tercih ederseniz, o vakit Ashabı Kiramın makam ve meziyetlerini, şan ve şereflerini Muaviye'nin kirinden korumuş olur, Kur'an ve Hadisi Şeriflerle amel etmiş olursunuz. Çünkü sahabe vasfına ait Hadiste sahabelerin iyisi kötüsü belirtilmemiş, bütün sahabeler yıldız ve yaptıkları da hidayet kabul edilmiştir. Siz kendi keyiflerinize bağlısınız, isterseniz Muaviye'yi tutun, Ashabı Kiramları atın, ya da Ashabı Kiramları tutun Muaviye'yi atın.

Cehaletin cehaleti şudur ki; İslamiyeti iki nahiyeye bölmek, birisi Muaviye nahiyesi diğeri Rafizilik nahiyesi olarak. Çünkü o vakit Müslüman'ın Rafizilikle itham olmaktan kurtulabilmesi için Muaviye'ye etba olması lazımdır. Bu iki tarafa İslamiyet munhasır kılınırsa o vakit sağlam, sahih İslamiyet Muaviye'ye munhasır kılınmış olur. Sahih İslamiyetin Muaviye'ye munhasır kılınması halinde de Muaviye'nin hatalarının araştırılması, teftiş edilmesi ve ona itiraz edilmesi, yasak hükmünü alır. Bu hüküm ise Muaviye'nin masumiyetine yol açar. Bu masumiyet ise ancak peygamberlerin vasfıdır. Başka kişilerde olamaz. (Şerh-ul Akaid sahife 237 de açıklandığı üzere) ki, sen ne edeceksin! Caniyi, zalimi ve katili?

Vaktaki Süfyan ordusu, Muaviye ve başka arkadaşları gibi, sebei kuvveti, Nebei kuvveti, rafizi kuvvetini teşkil ettiler. Peşinde de bunlara saldırıp, kendilerine düşman etmek istediler. Müslümanlar, Muaviye ve etbaına itiraz etmekten kaçmak zorunda kaldılar. Ta ki Rafizîlikle, Şiilikle ve bozuk itikatlarla ittiham edilmesinler. Çünkü Şiilerde de bozuk itikadlar var. Sebebe gelince; Muaviye'nin emri ile Medine valisi olan Hakem oğlu Mervan şeytani bir hile ile ismini Cafer'i Tayyar'la değiştirerek acem memleketlerine girdi. Oradaki has müslümanları bozmak için veya ifrata sevk etmek için veya hulul, tenasuh ve tecessüm inançlarını onlara aşılamak için çok kitaplar tasnif etti. Ve o memleketlerde yaydı. Kısmen de olsa bu fitneliğinde başarılı oldu. (Şerh-ul Akaid haşiyesinde Suyuti tarihinden nakledildiği üzere s. 232)

İsmi Arabistan'da Mervan ve aynı anda vahiy kâtipliği de yapan Acem'de Caferi Tayyar ile değiştirilen ve Muaviye tarafından Medine'nin başına vali olarak musallat edilen ve Hz. Osman’ın (r.a) şehadetinden sonra acem memleketlerine kaçıp onları kandırmak için kendisini Cafer'i Tayyar olarak tanıtan ve Acem’de çok bozuk itikatlara ait tasnifler yaparak kitaplar yazıp (Suyuti tarihinde yazıldığı üzere) oradaki tertemiz müslümanları yirmi iki şii fırkalara bölen ve sonra Muaviye ile birleşip Medine'ye vali olarak gönderilen ve kâtip iken Kur'an-ı Kerim’deki Âli İmran kelimesini " Ali Mervan " ile değiştiren şahıs, hiçbir zaman Muaviye'nin emir ve iradesi dışına çıkmamıştır. Bundan anlaşılıyor ki; o yirmi iki Şii fırkaların tesisinde Muaviye'nin rolü çok büyük olmuştur. Bu fırkalar, İslam kurallarına göre son derece küfür ve irtidat, fısk şirk ve fucurda iken Âli Rasûlün aşırı sevgi ve muhabbetini ve onlar yüzünden bazı ihmal edilmiş Âli Rasûlün hak ve müstehaklarını müslümanlara karşı büyük bir kalkan ve muhkem bir sed olarak kullanmışlardır.

Çünkü bir yanda 12 imamlara hâşâ hâşâ İlâh dediler, öbür yanda kıyamet denilen bir şey yoktur, Kur'anın bahsettiği Cennet iyi huylu bir insan, Cehennem dedikleri ise kötü huylu biri imiş gibi gayri Müslimlerin dahi İslam'a karşı işlemedikleri cinayetleri bunlar işlediler. Demek bunlar, tamamen başkası tarafından Âli Rasûlü harcatmak için kurulmuş örgütlerdir. İrâde ve hâkimiyetleri yoktur. Çünkü Âli Rasûl itikadında kıyamet vardır. Cennet vardır, Cehennem vardır, imamlar hâşâ hâşâ ilâh olarak ortaya atılmamışlardır. Ve bu itikadı kabul etmemişlerdir. Kabul edenlerin bir kısmını da Abdullah İbni Sebe gibi ateşe atıp yakmışlardır. Yine de Âli Rasûl kendilerini bu sapıkların elinden kurtaramamışlardır. Demek bu fırkalar düşman tarafından Âli Rasûlü harcatmak için kurulmuş örgütlerdir. Emir ve iradeleri Mervan ve Muaviye gibi insanların ellerindedir. Çünkü örgütler amirlerine bakarlar onlarda irade hâkimiyeti söz konusu olmaz. Bu örgütlerin hedefleri; yalnız Âli Rasûlü bitirmek ve ortadan kaldırmaktır. Aba ehlini dağıtmak, Âlin meâlini yok etmek, ümmet manasında kullanmak ve Müslümanları Âlin bazı hak ve müstahaklarından uzak tutmaktır. Ve Âli Resûle karşı şu fırkalar tarafından işlenen şirk ve tapıcılık cinayetini kaldırmak için Âli Rasûlün ortadan kaldırılması ve yok edilmesinin gerekli olduğu imajının Müslümanlara verilmesidir.

Bunun içindir ki, bazı Emevi ve Abbasi halifeleri tarafından çarşıların ortasında Âli Rasûle, bunlar tarafından dinsizlikle tapma hareketinde bulunulurken, tapanlar değil tapılan Âli Rasûl'den olan o masum zevatı kiramlar çarşının ortasında öldürülmüşlerdir.

Buna tarih kitapları şahittir. Bu fırkalar yüzünden bazı Müslümanlar içtihatlarını yanlış bir zemine oturtmuşlardır. Çünkü bu içtihatlara göre, bu tapış hareketinin söndürülmesi için Âli Rasûlü ezdirip aciz bırakmak lazım imiş. Ta ki aciz gösterilmeleri ile tapıştan uzak durulsun. Hâlbuki Âli Rasûl'ün bu tapışta bir parmağı olsaydı, bu yanlış içtihada bir yer verilebilirdi. Ancak Âli Rasûl'ün, bu tapış davası ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. Zaten bu batıl fırka ve örgütler, Âli Rasûlü yok etmek ve aciz bırakmak için böyle bir yol seçmişler, profesyonelce taktik ve manevralar geliştirerek uygulamışlardır. Müslümanları da Âli Rasûl hakkında yanlış yanlış içtihatlara sevk edip kendi tuzaklarına çekmişlerdir. Ben bu makalenin sahibi bir evladı Rasûl olarak âcizane bu haberi veriyorum. Şu 2008 tarihine kadar, şu kâfir fırkalar Müslümanlara karşı bu Âli Rasûlü harcatma meselesinde büyük bir başarı elde etmişlerdir. Âli Rasûl tamamen bunların ellerine teslim edilmişlerdir. Biz o fırkaları tarif ederken dikkat ederseniz, hepsi kendi küfriyatını ve batıl inancını izhar ettiği zaman hemen Âli Rasûl'den bir imamı veya bir âlimi veya avamı nas arasında şöhret bulmuş bir evladı Rasûlü işin içine çekerek ve o sapık görüşüne bulaştırarak hareket etmişlerdir. Çünkü onların hedefi kendi fikirlerini açıklamak ve söylemek değil, belki Âli Rasûlü harcatmak ve Müslümanların nazarından düşürtmektir. Müslümanları Âli Rasûl'den kaçırtmaktır. Bundan apaçık anlaşılır ki; bu örgütler Âli Rasûlün etkisiz bırakılması ve tasfiye edilmesi için Muaviye ve Mervan gibi Ehli Beyt düşmanları tarafından kurdurulmuştur. İradeleri yoktur örgütselcilik vardır.