Ehli sünnet kaynakları ile Muaviye Kimdir

Muaviye bahsine girmeden birkaç nükteleri size arzedeceğiz.

Birinci nükte; Dört Sahabeyi Kirama kötülüğün isnat edilmesi, haramdır delalettir, küfürdür, fısktır. Çünkü bu dört Ashabı Kiram Hz. Ebu Bekir (r.a), Hz. Ömer (r.a), Hz. Osman (r.a), Hz. Ali (r.a) hepsi cennetle müjdelenmiştir ve müjdelenmeleri de hadislerle sabittir. Hatta Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki kızını Hz. Osman’a (r.a) ve annemiz olan Hz. Fatımatüz-zehra’yı (r.a) Hz. Ali’ye (r.a) nikâh etmiştir. Hz Ali (r.a), Hz. Ömer’in (r.a) halifeliği zamanında kızını ona nikâh etmiştir. Bu dört Sahabe-i Kiram kötü isnatlardan berîdirler.

İkinci nükte; Hz. Osman (r.a) Dar savaşında muhasara altında iken, Muaviye kendisinden yardım istenildiği halde O’na yardım etmekten çekinmiş ve bu konuda çok sessiz kalmıştır. Çünkü sebeiler Hz. Osman’ı (r.a) hilafetten uzaklaştırmak için taa Mısırdan gelerek O’na saldırdılar (Taberi ve Ravzatül-ahbab’da zikredildiği üzere) Hz. Osman (r.a) muhasara zamanında altı ay boyunca Muaviye’den yardım taleb etmiş, ancak Muaviye’den yardım sesi çıkmamıştır. Şam’da vali iken yardıma karşı sessiz kalması delildir ki, buda sebeiler ile beraberdir.

Hariciler de böyledir. Bunlar Ali Rasûl üzere minberlerde lanet okuyorlardı, Muaviye de lanet okumada bunlarla ortak oldu. (İs’af gibi tarih kitaplarda zikredildiği gibi) O’nun lanette haricilerle ortaklığı bunlarla beraber olduğuna delildir. Sonra Muaviye hem Haricilerden hem de Sebeiler’den bir kısım insanları katletti. Bu kitapta söyleyeceğimiz üzere.

Neden öldürdü onları?
-Onları kendine düşman yapmak ve onların kendinden kötülükle bahsetmeleri için. Çünkü bu sapık fırkaların Muaviye’den kötülükle bahsetmeleri Müslümanları Muaviye’yi kötülükle eleştirmekten men ederdi.

-Onlarla beraber olmasınlar diye öldürdü. Çünkü eğer Müslümanlar da onlar gibi Muaviye’yi eleştirmeye başlasalardı. Sebeilikle, rafizilikle, haricilikle ittiham edilebilirler ve suçlanabilirlerdi.
Bu suretle Muaviye siyasi ve strateji olarak yukarıda bahsedildiği üzere siyasi amaçları aynı yönde, ortak tavır ve eylemler içinde birlikte hareket ettiği, Sebeiler, Rafızîler ve Haricileri sonradan kendisine düşman etmekle, çoğunluk ve mutedil Müslümanları, bu sapık fırkalarla aynı cenahta yer almaları gibi derin bir korku ile tahakküm altına alarak kendisine olan muhalefet, eleştiri ve hücumları engellemiş ve bu konuda kıyamete kadar sağlam kalacak kendisi için muhkem bir sığınak peyda etmiştir.

İslam Âlemi’nin Muaviye’nin kötülükleri konusunda sessiz kalarak bunlardan bahsetmemesi ve hep sükût tavrını tercih etmesi, bu ittiham ve suçlamadan korktukları içindir. Sanki Ehl-i Sünne Velcemaat itikadı, akidesi Muaviye muhabbetine bağlanmış ve yapışmıştır. Mauaviye muhabbeti olmadan Ehl-i Sünne itikadı olmayacakmış gibi. Hal böyle değildir. İslam fıkhında böyle bir fetva yoktur. Ehl-i Sünnet olmak için Muaviye’yi sevmek şarttır diye bir kayıt bulunmamaktadır.

Üçüncü nükte; Muaviye ashabı kiramdan değildir ki, Sahabe muamelesi O’na karşı yapılsın. Çünkü Sahabe olmak için Rasûlullah’ı mü’min olarak görmek gerekmektedir. Muaviye de Müellefe-i Kulûpten olup, Müslümanlığı Hz. Ebu Bekir Sıddık’ın zamanında kabul edilmiş ve müellifelikten çıkartılmıştır.
(Hanefi mezhebinin usulül fıkhına ait Mir’atul Usulde bahs edildiği gibi)

Sahabe olmadığını kesin delillerle ve güçlü kanıtlarla isbat edeceğiz. Eğer Cenabı Hak müsaade verip irade ederse, Âli Rasûl’un sesini bu risalede dinleyin, güzel bir dinleyişle ve kalp kulağıyla.

Ve biz diyoruz eğer denirse?
Peygamber Aleyhis-salatu Ves-selam buyurmuş ki:
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم ألخلافة بعدى ثلاثون سنة ثم تصير ملكاً عضوضاً. طبرانى نو 371
Benden sonra hilafet otuz senedir. Ondan sonra hilafet zalim bir padişahın eline geçer veya sonra zulüm saltanatı başlar.

İslam akaidine ait Şerh-ul Akaid kitabında bu hadis şöyle açıklanmıştır;
“ Rasûlüllah’ın (s.a.v) vefatından başlamak üzere otuz senenin sonunda Hz. Ali (k.v) şehit düşmüştür. Muaviye ve peşinde gelen zalimler, bunlar halife sayılmazlar. “ (Anılan eserin 232. sahifesinde)

Ramazan Efendi Şerh-ul Akaid üzere olan haşiyesinde aynı sahifede bu hadisi şöyle açıklamıştır: “ Hadisteki mülken (padişahlık) meliken (padişah) okunuyor. Adud de zalim demektir.” Haşiyedeki meal bitti.

Şu husus inkârı mümkün olmayan açık şeylerdendir ki, bu hadisi nebeviden anlaşılır ki, Peygamber (s.a.v) Muaviye’yi adud (عضوض) ismiyle vasıflandırmıştır.
Bu hadis için bu ayeti kerimede büyük bir pay vardır. O ayeti kerimede şudur;
ويوم يعض الظّالم على يديه يقول يا ليتنى اتخذت مع الرسول سبيلا. يا ويلتى ليتنى لم أتخذ فلاناً خليلاً. الفرقان.آية 27,28 سورة
Hem o gün ki zalim ellerini ısıracak; “Eyvah Peygamberin maiyetinde bir yol tutsaydım, keşke falanı dost tutmasaydım! Vallahi o sapıttı beni. Kur’an bana gelmiş iken, beni zikirden O saptırdı. Zaten şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakandır.” (Furkan suresi ayet 27-28)

Rasulûllah (s.a.v.) başka bir hadiste Hz. Ali’ye şöyle buyurmuş;
وقال رسول الله صلى الله عليه وسلم فى حديثٍ آخر لعليّ كرم الله وجهه يا عليّ ستقاتل الناكثين والقاسطين والمارقين.
“Ya Ali! Sen Nâkislerle, Gâsidlerle, Mâriglerle savaşacaksın,” Bediüzzaman, bu Hadisi Şerifin tefsirinde şöyle buyuruyor; Hem vakai Cemel, Hem vakai Sıffin, hem vakai Havaric hadiselerini haber vermiş. Yani Rasûlülah (s.a.v) Cemel, Sıffin ve Havaric savaşlarından mucizevi olarak bahsetmiştir.’’ (Mektubat 157. sahife.)

Gâsid (قاسط) burada zalim demektir. Lugat kitaplarında zikredildiği gibi. (Müncidüt-tüllab adlı Arapça lugat)

Bediüzzaman Mektubatın başka bir yerinde şöyle buyurur; Eğer Hz. Ali (k.v.) olmasaydı mülüki Emevi bütün bütün yoldan çıkacaklardı, yani Hz. Ali (k.v.) olmasaydı Emevi padişahlarının hepsi yoldan çıkacaklardı.’’ Bilinenlerdendir ki, Emevi padişahlarından Hz. Ali’nin (k.v) muhatabı Muaviye idi. Tüm Emevi padişahları değil, O halde Bediüz-zaman sultanlar kelimesiyle Muaviye’yi kast etmiştir. Bu Hadisi Şerifte Rasûlüllah (s.a.v.) Muaviye ve etbaına zalim demiştir. Çünkü “Gasid” zalim demektir. “Gâsid” için lügat kitaplarında başka manalar vardır ama bu makamda zalim demektir. Gâsid’in zalim anlamında kullanıldığına dair ayet de vardır.

Ayeti Kerime şudur;
وأما القاسطون فكانوا لجهنم حطباً. (سورة الجن.آية 14)
“Ve emmel gâsidune fe kanü li cehenneme hadabe”
Meali; Gâsidler Cehenneme odun oldular. Yani zalimler Cehenneme odun oldular. (Cin suresi Ayet 15)

Yine İnkârı mümkün olmayan şeylerdendir şu husus ki; bu iki Hadisler sahabenin övgüsüne ait hadislere zıt düşüyorlar. Eğer Muaviye’ye sahabelik isnat ederseniz, bu iki Hadisi Şerif Muaviye’nin sahabelik vasfına ters düşüyorlar. Çünkü Peygamber (s.a.v) sahabelerinin vasfı hakkında şöyle buyurmuş;
قال فى حديثٍ وصف الأصحاب سألت ربى فيما يختلف فيه أصحابى من بعدى فأوحى الله إليّ يا محمد إن أصحابك عندى بمنزلة النجوم فى السّماء بعضها أضوأ من بعضٍ فمن أخذ بشئ مما همّ عليه من إختلافهم فهو عندى على هدى. (رموز الأحاديث. ص293 )
Rabbimden sordum, benden sonra ashabı kiramların düşeceği ihtilafı. (Buradaki ihtilaf ayet ve hadise dayalı bir ayet ihtilafıdır, dört mezhep ihtilafı gibi. Yoksa Hz. Ali’ye karşı saldırıya geçip binlerce Müslüman’ın katline yol açmış Muaviye’nin ihtilafı gibi değildir.) Mevlam Allah (c.c) bana vahiy gönderdi ki; “Senin ashabların benim nezdimde göklerdeki yıldızlar gibidir, kimisi çok ışık veriyor, kimisi az ışık veriyor. Senin hangi ashabın yolunu tutan müslüman benim yanımda hidayet üzeredir.” (Ramuz-ul Ehadis Sahife 293)

Ehli Sünne Velcemaat Ulemasının yanında sahabelere ait meşhur tanım şudur; ” Sahabe deniyor ki, Rasûlü mü’min olarak görüp, (yâda Rasûlün onun mü’min haldeyken gördüğü) mü’min olarak ölendir (Bu tanıtım Ravzatül ahbab’ta geçiyor, cil 3 sahife 4)

Nasıl ki şu geçmiş iki hadisten Muaviye’nin adud ve gasid olduğu anlaşılıyor ki, iki kelimede zalim manasındadır. O halde Resûlü Ekrem’in zalim olduğunu açıkca beyan buyurduğu birisi nasıl sahabe olabilir. Veya Rasûlüllah eğer kendi ashabından olsa idi Muaviye’ye zalim sıfatını kullanırmıydı? Öyle de eğer avamı nasın anlayışına göre ashab sayılırsa, o vakit lazım gelir ki, Muaviye’nin Ehli beyt üzere yaptığı zulüm Hz. Hasan’ı ailesi eliyle öldürtmesi gibi; (Ravzatül ahbab cilt 4 sahife 17’de zikredildiği üzere) o da hidayet sayılır. Ali Rasûle devamlı lanet okuması da hidayet sayılır, bunlar gibi daha ettikleri nice kötülükleri hidayet sayılır.

Bu netice veriyor ki zalime ittiba olur hidayet, buda büyük bir zıddiyettir, çelişkidir, Rasûlüllah (s.a.v.) hadisleri arasında dini delmektir, yakmak ve boğmaktır. Çünkü zulüm eğer hidayet kabul edilirse adalet nedir? Zulümle adalet arasındaki fark nedir? Bu zıddıyet insanı şu tercihe mecbur bırakır; Ya Muaviye tercih edilecek, o zaman zulüm adalet kabul edilir, dalalette hidayet kabul edilir. Veya sahabe şıkkı tercih edilecek, o vakit İslam dini ve sahabe-i kiramlar selamet kalır, Emevi kirinden ve onun kötülük serpintisinden sağlam kalır. Yoksa onların kirleri her yere serpilebilir. Onları kurtaralım derken İslamiyet ve sahabe-i kiramlar kirletilmiş olunur.

Nitekim İmamı Azam’ın mezhebine ait Mülteka’nın Şerhi Mecmeul Enher’in birinci cildinde; irtidat bahsinde Bezaziye’den nakil edilerek şöyle buyrulur;
“ Zalime iyidir, adalet yapıyor diyen kâfir olur.” (Sahife 534)

Bir kimse evladı Rasûlleri alçaltmak için “cık” kelimesini kullanırsa, seyyidcik, ehli beytcik, şerifcik gibi, kâfir olur.” (sahife 532)

Eğer tarih kitaplarını araştırırsan, Mahmudsiyer, Taberi gibi Şerh-ul Bari’nin tarihi bölümü gibi, Suyuti gibi bunlardan başka nice nice tarihi ilimler var, bunları araştırdığında bana hak verirsin, hak vermek zorunda kalırsın ve bu yükün altında benimle arkadaş olursun, şu uzun yolda.

Eğer denilirse ki, İslâm uleması genelde Muaviye’ye karşı neden sessiz kaldı?
Evet, Ehl-i Sünnet Velcemaat’den olan İslâm ulaması’nın Muaviye’den seslerini kesmeleri ve O’nun eleştirisinden çekinmeleri ruhsat ve zaruret, ızdırar (zor hali) babındandır. Azimet ve vus’at (genişlik) ve ittisah babından değildir. Çünkü baştan İslâm uleması üzere Emeviler tarafından büyük bir baskı ve tehdit vardı, sonra onların korkudan kaynaklanan bu susmaları zaman geçtikce adetleşti, töreleşti, alışkanlık haline geldi. Birde İslâm uleması Sebeilik, Nebeilik, Rafizilikle ittiham edilmemek için de bu konuya girmekten çekindiler.

Çünkü bu sapık fırkalar hile, sahtekârlık, mekr zulüm ve küfür yolu ile Ehl-i Sünnet Velcemaat’ten Âli Rasûlü gasbettiler. Bu hainler, Âli Rasûlün haklarını görünüşte savundular. Fakat Âli Rasûlün muhabbetini Ehli Sünne Velcemaat içtihadının dışında ifrat ettikleri için noksanlık ve tahribata uğrattılar. Böylece Âli Rasûlü gizlice, şer’an layık oldukları mertebeden kasten aşağıya düşürttüler. Âli Rasûlün muhabbetinden sessiz duranlar, onların haklarını müdafaa etmekten sessiz kalanlar, Âli Rasûlün ahbabları ve sıdıkları olan Ehl-i Sünnet Velcemaatdir. Âli Rasûlü müdafaa edenler ise onların düşmanı olan Rafızî ve Sebeilerdir. Ya bu ne şanstır. Bunu deyin bize. Dünyada ve tarihlerde bu beladan daha büyük bir bela görülmüş müdür? Dost sesini kesmiş düşman savunuyor.

Hülasa, sahabe hakkındaki hadisler ile Muaviye hakkındaki hadislerin birbirine zıt düşmesinden anlaşılır ki, eğer Muaviye’yi ashab kabul ederseniz ashabı kirama kir olur. Kaldı ki, Radyallahü anh kelimesinin bunun hakkında kullanılması külliyen sakıncalıdır.

Rasûlüllah (s.a.v.) O’na zalim dediği halde. Bu ilmi tetkikten ve tarihi araştırmadan anlaşılır ki, sahabeler arasındaki vuku bulan ve İslam’ca kabul edilen ve reddedilmeyen ihtilaf; annemiz Hz. Aişe ile Haydarı Kerrar’ın arasındaki Cemel’deki savaştır. İslam’da makbul savaş yalnızca budur. Bu bahsi ilerde açıklayacağız. Eğer Muhyi, Mü’min Kaf, He, Ye Ayn, Sad olan Cenabı Hak izin verirse. Çünkü Hz. Aişe (r.a) hatasından pişman olduktan ve Cemel savaşından Hz. Zübeyir (r.a) ve Hz.Talha (r.a.) ile beraber tövbe ettikten sonra onların tövbeleri şeriat nazarında makbule geçti. Şeraitçe hiçbir fıkıhçı âlim Annemiz ve Hz. Zübeyir (r.a) ve (Hz. Talha’yı (r.a) bu savaştan dolayı muhasebeye çekemez. Ehl-i Sünnet Velcemaatin sahabe savaşından bahsederken hem öldüren hem de öldürülen cennetlik dedikleri savaş Cemel savaşı olup, belirtilen hususiyet ancak bu savaşa mahsustur. Çünkü Hz. Haydarı Kerrar (k.v.) cenaze namazını hem kendi askerleri, hem de Hz. Aişe’nin (r.a) askerleri üzere kılmıştır. ( Tarihi Taberide namaz meselesi bu şekilde zikredilmiştir.) Ama Harbüd-Dar, Harbül-Harevra, Harbün-Nehrevan, Harbül-Sıffin ve Harbüd-düffil-Kerbela olarak bilinen bu savaşlar Cemel savaşı hakkında verilen fetvanın dışındadır. Çünkü bu harpler, küfür ile İslâm’ın savaşıdır, hak ile batılın savaşıdır, Cemel savaşı Ehl-i Sünnet Velcemaatin indinde meşahsız (mücadelesiz) ve nizasız kabul edilmiştir. Bu savaşda çarpışan iki tarafın ölüleri şehittir. Ama bu fetva Cemel’e aittir. Bu fetvayı sahabeler dönemindeki başka savaşlara kaydırmak tamamen fıkıh ve tarih bilgisizliğinden kaynaklanıyor. Sakın hakkı batıla karıştırmayalım.