Muaviye Ashab mıdır ? Ashab kimdir?

Hülasanın hülasası: Yukarıda yer alan sahabenin övgü Hadisi ile Muaviye’ye ait “Gasid” ve “Adud” Hadislerinin arasındaki zıddiyet sorusunun cevabı; Muaviye hakkındaki Ehl-i Sünnet Velcemaatten aldığımız kaynaklardır. O kaynakları sana teker teker zikredeceğim. Hazır bir kalple, sağlam bir kulakla, bu meselede evladı Rasûllerin sana söyleyeceklerini dinle! Onların seslerine kulak ver, İtiraz etme Şüpheye girme ki istifade edesin. Çünkü biz elçiyiz, yorumcu değiliz, elçiye zeval yoktur denilen söz Kâinatta meşhurdur.

Kerbela’da Âli Rasûl’ün katli ile meşhur olan Yezidin babası Muaviye kimdir?
Evet, Ehl-i Sünnenin bunun hakkındaki kaynaklardan biride şudur; bu müellefe-i kulûblerdendir. (Tarihil Hulefa’nın söylediği gibi) Muaviye, müellefe-i kulûblerden idi. (sahife 194) O’nun müellefe-i kulûblerden olduğuna dair Kamus Okyanus’ta beyan var. ( Cilt 2 sahife 727) şöyle diyor,

“(Elmeüellifetü) muazzama vezninde teellüften ismi mef’uldür. Te’nisi mevsuf itibarıyladır. Ve Kur’anı Mübinde vaki “velmüellefeti kulübühüm” kerimesinden murat “Sadatı arabtan, şol kimselerdir ki, sairleri dini İslam’a terğib ve teşvik eylemeye medar olmak hikmetine mebni Fahri Âlem Sallellahü Aleyhi ve Sellem Hazretleri onlar ile teellüf ve sadakat ve ğanaimden hisse i’da eylemek babında me’mur olmuşlar idi. Bazılarına eza ve taarruzlarının def’i için ve bazılarının İslamlarına tamaen ve bazılarının merkezi İslamda tesebbüti emniyesine mebni te’lifi kalplerine ibtidar olunmuş idi. Onlar şu gelen aşağıdaki tertib üzere 31 nefer kimse idiler.

- 1 Akra’a bin Habis, 2- Cübeyr bin Mut’am, 3- Cüd bin Kays, 4- Haris Bin Huş’am 5- Hâkim bin Huzzam, 6- Hâkim bin Talik, 7- Huveytab bin Abdüluzza, 8- Halid ibni Useyd, 9- Halid bin Kays, 10- Zeydül Hayl, 11- Said bin Yerbu’u, 12-Süheyl Bin Amr Bin Abduşşems el Amiri, 13- Süheyl bin Amr el Cemehi, 14- Sahr Bin Ümeyye, 15- Saffan bin Ümeyye el Cemehi, 16- Abbas bin Merdas, 17- Abdurrahman bin Yerbu’u, 18- Ala bin Cariye, 19- Elkama bin Alase, 20- Ebu Senabek Amr bin Ba’kek, 21-Amr bin Merdas, 22- Ümeyr bin Veheb, 23- Uyeyne bin Hüseyin, 24- Kays bin Adiyy, 25- Kays Bin Mahzeme, 26- Malik bin Avf, 27- Mahzeme bin Nevfel, 28- Muaviye bin Ebi Süfyan, 29- Muğayra bin Haris, 30- Nüdeyr Bin Haris bin Alkame, 31- Huşam Bin Amr”

Müellefe-i kulûblerden olduğuna dair “Mahmut Siyer” adlı tarih kitabındaki bir delilde: Müellefetül- kulüb kureyşi olan Ebu Süfyan bin Harb ve oğlu Yezid ile Muaviye’ye Kırkar vakiye gümüş ile yüzer deve ve Hâkim bin Harameye ikiyüz deve ve Nüdeyr bin Haris ve Useyd bin Cariyei Sakafiye ve Ebu Cehl’in biraderi Haris bin Huşam ve Safvan bin Ümeyye ve Kays bin Adi ve Süheyl bin Amr ve Huveytab bin Abduluzza ve Akra’ bin Habis’e yüzer deve v.s.” sonuna kadar. (sahife 409,410)

Mahmut Siyer’den anlaşılır ki; Ebu Süfyan, oğlu Yezid, Kamus nüshasından tahrif yolu ile çıkartılmıştır.
Muaviye’nin müellefe-i kulûb olduğuna dair kesin deliller ortaya konulduktan sonra müellefe-i kulûb hakkındaki dört Mezhep görüşlerini açıklayacağız.

Hanifelere göre müellefe-i kulûp zekâttan men olundular, Hz. Ebu Bekir’in hilafeti zamanında. (Mezahibül Erbaa cilt 1 sahife 620) İslamiyet’i o vakit kabul ettikleri için müellefelik devri bitti ve artık kendilerine müellefelik maaşı ödenmedi. Hanefilerden Lubab sahibi kitap şerhinde şöyle buyurur;

“Müellefet-ül kulûb üç kısımdır: Bir kısım Rasûlüllah (s.a.v.) onlarla te’lif yapıyordu ki onlar Müslüman olsunlar ve İslamiyet’i kendi akrabalarına da kabul ettirsinler. Kendileri Müslüman olmaları ve kendi kavimlerine İslam’ı kabul ettirmeleri için onlarla te’lif yapılıyordu. Bir kısımda Müslüman oldular, ancak imanda zaafiyet üzere idiler, Rasûlüllah onları İslam’da sabit kılmak istedi. Müellefet-ül kulûb maaşı ile. Bir taife Rasûlülah onlarla te’lif yapıyordu ki, onların şerleri dokunmasınlar diye. Müslümanların şu anda ihtiyaçları yoktur. Kâfirlerin şerrini defetmek için para vermeye.” (cilt 1 sahife 153)

Malikilere göre müellefe-i kulûb kâfirlerdir. Ganimet veriliyordu ki İslama gelsinler diye. Beni Haşimi de olsa müellefe-i kulûb Müslüman değildir. (Mezahibül Erbaa cilt 1 s. 623)

Hanbelîlere göre müellefe-i kulûb kendi aşiretinde kadri, değeri yüksek, İslamiyet’i ümit edilen, Müslüman olması beklenilen biridir. Veya şerrinden korkulan biridir. Veya Müslüman’dır da onun imanının kuvvetlenmesi beklenilen biridir. Veya O’nun kendisi gibi arkadaşları olan küffarlardan benzerinin imanının kuvvetleşmesi beklenilen biridir. Te’lif meydana getirsin diye. (Mezahibül Erbaa cilt 1 sahife 624)
Ama Şafiilere göre müellefe-i kulûb dört kısımdır. Birincisi imanı zayıf olandır. Yeni Müslüman olmuştur, kendisine veriliyor ki İslamiyet’i kuvvet bula. İkincisi Müslüman ve kavminde değerli olan biridir, ona veriliyor ki başkasını imana getire. Üçüncüsü Müslüman’dır, imanı da kuvvetlidir, ona para veriliyor ki bizi kâfirlere karşı koruya. Dördüncüsü, zekât vermeyenlerin şerrinden bizi korumaları için ona veriliyor.
(Mezahibül Erbaa cilt 1 sahife 625)

Şafiilerden kimisi şöyle diyor; Envar kitabının haşiyesi Hacı İbrahim gibi. “Müslümanların müellifeleri üç kısımdır veya dörttür. Şeyhülislamın söylediğine göre. Ama küffarın müellefe-i kulûbu ise onlara da veriliyordu, (bunlara ne zekâttan ne gayrisinden, yani edası vacip olan maldan veriliyordu), şerlerinden emin olmak için ve İslam’a dönmeleri, teşvik ve meyl etmeleri için.” (Enver kitabı üzere olan Hacı İbrahim Haşiyesi cilt 1 sahife 150)

Bu Risaleyi neşreden şöyle diyor; Envar Haşiyesinde “Hacı İbrahim’in sözü olan vele ğayrihe’den maksat, zekâtın gayrisi demektir.” Yani fitre farz olan keffaretler, yani verilmesi farz olan maldan müellefe-i küffara verilmez. Onları İslama alıştırmak için teberruatı maliyeyi ve hediyeleri, nafile sadakaları müellefe-i küffara vermek yasak değildir, tüm mezheplere göre. Eğer yasak diyen olursa, müellefe-i küffarın te’lifi nasıl mümkün olur? Ve te’lif ne ile meydana gelir. Müellefe-i küffarın te’lifi ayet ile sabittir. Te’lifin inkârı ayetin inkârı demektir. Allah’a sığınırız bu inkârdan. Öyle ise Şafiiler müellefetül küffarı inkâr etmiyorlar. Belki, Farz olan maldan vermeyi kabul etmiyorlar. Zekât ve başkası gibi. Müellefe-i küffara teberruatı maliyenin verilmesini yasaklamıyorlar.

Hülasa müellefe-i kulûb Malikilere göre tümü kâfirlerdir, içinde Müslüman yoktur. Sıddık’ı Ekber’in devrine kadar, o vakit onlar İslamiyeti kabul etmişlerdir. Bu gayri müslimlere hem farz maldan hem de farz malın dışında teberruatı maliyeden veriliyordu.

Hanbelîlere göre; bu müellefe-i kulûb’un bir kısmı Müslüman bir kısmı kâfirdir. Bunlara hem emvali mefruzeden hem de teberruattan veriliyordu.
Hanefilere göre müellefe-i kulûb’un bir kısmı kâfir bir kısmı Müslümandır. Hem emvali mefruzeden hem de teberruattan bunlara veriliyordu.

Şafilere göre de, yine müellefe-i kulûb’ün bir kısmı kâfir bir kısmı Müslümandır. Lakin verilmesi farz olan mallar zekât gibi müellefe-i müslimine veriliyordu, müellefe-i küffara verilmiyordu. Müellefe-i küffara teberruattan ve nafilattan, sadaka gibi veriliyordu. Şafiilerin müellefe-i kulûba İslam tabirini vermeleri söylediğimiz manayı ifade etmek içindir. Şafii mezhebinin gayesi müellefi küffarı inkâr etmek demek değildir. Şafiilere göre de müellefe-i küffar vardır, yalnız bunlara emvali mefruzeden verilemez.

Muaviye, müellefe-i küffardandır. Müellefe-i müsliminden değildir. Buna dair bir delil, Esbabı Nüzul denilen bir kitapta rivayet edilen Rasûlullah’ın bir hadisidir. Hadis şudur;
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم يا معاوية ليس فيك ذرة من أعمال الباطن. (كتاب بغية الواجد من مكتوبات مولانا الخالد.ص16)
“ Ey Muaviye, sen de zerre kadar batın yok!” (Buğyetül vacid, mektubatı Mevlana Halid S. 6.)

Batından maksat; imandır, itikaddır, ihlâstır. O halde sende zerre kadar batın yok demek, bunlardan hiçbiri yok demektir. Âli Rasûlün sedasına kulak verin! Emevi hocalarının hadise verdiği tahribat, tahrifat ve te’vilata kulak vermeyin!

Muaviye’nin hakkındaki Ehl-i Sünne kaynaklarından biri, Mir’atül Usul sahibinin şu sözüdür. O sözde şudur; ”Müelelfet-ül kulûbün nasiplerinin kesilmesi, onlara zekât ya da herhangi bir ganimetin verilmemesi Hz. Ebu Bekir Sıddık’ın zamanında sebebin düşmesinden meydana geldi. İcma yoluyla da değildir. ” (Mir’atul-usul Sahife 202.)

Şunu demek istiyor Mir’atul Usul; “ Muaviye ve O’nun gibi müellefe-i kulübler, İslam dinini Sıddıki Ekber döneminde kabul ettikleri için maaşları kesilmiştir. Fakat bu kesinti de Hz. Ebubekir Sıdık’ın (r.a) ferdi görüşüyle vuku bulmuş, Bu konuda sahabenin icmaı yoktur. “ Bundan anlaşılır ki; Muaviye ashab sayılmaz, çünkü Rasûlüllah’ı mü’min olarak görememiştir. Hz. Ebu Bekir (r.a) zamanında iman ettiği kabul edilmiştir. Sahabe sayılabilmesi için Rasûlüllah’ı mü’min olarak görmesi şarttır. Rasûlüllah (s.a.v.) ile muasır olması müellefe-i kûlüb sıfatı ile vuku bulmuştur. İslam sıfatı ile değil. Rasûlüllah’ın vefatından sonra hilafeti döneminde Hz. Ebubekir (r.a.) O’nu hüsnü zannı ile Müslüman kabul etmiştir.
Bunun için Muaviye ashab tarifine giremez. Çünkü Ehl-i Sünne Velcemaat eserlerinden olan Gelenbevi sahabeyi tarif ederken şöyle buyurur;
“ Sahabe kimdir? Mü’min olarak Rasûlüllah’ı görendir. (Gelenbevi Sahife 27)

Cem’ul Cevamı’ Usulül Fıkıh kitabı üzere bulunan Celali Muhallilin Şerhinin sahibi sahabeyi tarif ederken şöyle buyurur;”
“Sahabe kimdir? Mü’min olarak Rasûlüllah ile bir araya gelendir.” (Cilt 1 sahife 25.)

Ravzatül-ahbab sahibi Sahabeyi Kiramı tarif ederken şöyle buyurur;
“Sahabe kimdir; Rasûlüllah’ı mü’min olarak görüp, iman üzere ölendir. “
Böylece O’nun oğlu Yezid de ashab değildir. Çünkü oğlu Yezid Hz. Osman Zinnureyn (r.a)’ın hilafeti döneminde Rasulüllah’ın vefatından sonra dünyaya gelmiştir. (Hayatul hayavan cilt 2 sahife 225)

Ama selefi salifîn’in geçmiş ulemalarının Muaviye’yi sahabe ile tabir etmeleri ve terdiye (radiyallahu anhü) kelimesini kullanmaları baştan Emevilerin korkusundan kaynaklanmıştır. Sonra bu kullanış uzun zaman devam edince alışılmış bir töre, örf halini almıştır. Nasıl ki Mektubatı Halidi Bağdadi kitabında şöyle bir rivayet geçiyor. “ Mezi tezhibde şöyle rivayet etmiştir. Ebu Naim naklinden olarak, Hz. Hasan’ı Basri (k.s.)’den sorulmuş ki;
“Sen Rasûlüllah’ı görmediğin halde nasıl şu hadisi Rasûlüllah’dan duydum diyebiliyorsun? Rasûllüllah (s.a.v.)’den duydum diyebilmen için O’nu görmüş olman gerekir.”
Hz. Hasan Basri Basri (k.s.) şöyle buyuruyor; “ O kelimeyi kullandığım tüm rivayet- lerde Hz. Ali (r.a.)’yi kastetmişimdir. Lakin ben öyle bir zamanda yaşıyorum ki Hz. Ali’nin (r.a.) ismini zikretmem dâhi can tehlikesini meydana getiriyor.” (Kitabu Buğyetül-vacid sahife 33.)

Ehl-i Sünne Velcemaatin Muaviye hakkındaki kaynaklarından biri de şu; Haydari Kerrarın elçisi, Hz. Sa’sa (r.a.) Sıffin savaşında Muaviye’ye gönderilirken şöyle diyor:
“Ey Muaviye! Senin telaffuz ettiğin kelimelere hiç liyakatin yoktur. Çünkü Allahü Teâlâ Furkanı Hâkimde ve Kur’anı Mecidde sana fasıksın buyurmuştur. (R. ahbab c. 4 s. 486)

Muaviye’nin fasıklığı hakkındaki şu bahsedilen Ayet-i Kerime O’nun ayıplarını örtmek için tarihi kitaplardan alınmıştır. O’nun fasıklığı hakkında ayet nazil olmuştur. Fakat tarihi kitaplarda yazılmamıştır.

Ehl-i Sünne Velcemaatin kaynaklarından biri de şudur; Rasûlüllah (s.a.v.) Muaviye’ye haitaben şöyle buyuruyor;
قال رسول الله صلى الله عليه وسلم لمعاوية : ذرة من أعمال الباطن خير مما كان من أعمال الظاهر كالجبال الرّواسي. بغية الواجد من مكتوبات مولانا خالد. ص 6
“Batini amellerden bir zerre dağlarca zahiri amellerden üstünüdür.” (Buğyetül-vacid s. 6)

Hülasası şu; sende zerre kadar batın yok, demek, batından (maneviyattan) sayılan şeylerin hiçbiri yok demektir. Bilinenlerdendir; iman, ihlâs, itikat, bunlar hepsi batından sayılır, yukarıda zikredildiği gibi.

Ehl-i Sünne Velcemaatin kaynaklarından biride şudur, Hz. Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
قال النبي صلى الله عليه وسلم الخلافة بعدى ثلثون سنة ثم تصير ملكاً عضوضاً أي ملكاً ظالماً (حاشية شرح العقائد. ص232)
“Benden sonra hilafet otuz sene devam edecektir, ondan sonra hilafet zulüm kesilecek veya bir zalimin eline geçecek” (Şerhul Akaid sahife 232)

Bu Risalenin başında bu Hadis geçmiştir. Orada zikredildi ki reisliğin emri, işi otuz sene sonra Muaviye’nin eline geçmiştir.

Ehl-i Sünne Velcemaatin kaynaklarından biride şudur ki; Peygamber (s.a.v.) Muaviye hakkında Haydari Kerrar’a şöyle buyurmuştur;
قال النبي صلى الله عليه وسلم أيضاً فى حقّ معاوية مخاطباً للحيدر الكرّار ستقاتل الناكثين والقاسطين والمارقين
“Ey Ali! Sen Nâkislerle savaşacaksın, Gâsidlerle savaşacaksın.” Mâriglerle savaşacaksın.” Gâsidin demek zalimler demektir. Muaviye ve etbaı demektir. Yine yukarıda bu hadisin bahsi geçti. Rasûlüllah bunlara zalim tabirini kullanmıştır. Çünkü Bediüzzaman Hennan ve Mennan olan Allah’ın rahmeti üzerine olsun, Gâsidin’den Muaviye ve etbaını kastetmiş ve Hadisi böyle açıklamıştır. (Mektubat Kitabından Sahife 118.)

Ehl-i Sünne Velcemaatin Muaviye hakkındaki kaynaklarından biri de şudur; İbni Abbas’tan (r.a) O’da Hz. Hüseyin’den (r.a.) rivayet etmiştir.

روي عن ابن عباس عن حسين رضي الله عنهم يا أبا عبدالله كيف أبايع يزيد وقد قال فيه وفى أبيه رسول الله صلى الله عليه وسلم ما قال وهو مالى ولمعاوية ولا بارك الله فى معاوية لأن إبنه يقتل إبن بنتى
(روضة الأحباب. ج4 ص118)
Hz. Hüseyin (r.a) İbni Abbas’a (r.a) “ Ya Eba Abdillah! Ben Yezid’e nasıl bey’at edeyim, O’nun ve O’nun babası hakkında Rasûlüllah ağır sözler buyurduğu halde. O sözden biri de şu; “ Muaviye neye yarar, Allah Muaviye’ye bereket vermesin, çünkü O’nun oğlu benim kızımın oğlunu katledecektir. (Ravdatul Ahbab cilt 4 sahife 118)

Bilinsin ki, Muaviye kelimesi tahrif edilmiş, Yezid kelimesi ile değiştirilmiş. Müslümanlardan Muaviye’nin ayıbının örtülmesi için. Çünkü hadisin sonu başını naklettiğimiz gibi isbat ediyor.

Uyan ve Muttali ol dikat et ki hakikatı bulasın. Rasûlüllah (s.a.v)’in şu sözü gibi; ”Benim ümmetimin işi düzgün ve adaletle gidecektir. Ta ki Emevilerden biri bu işi delene kadar.” (Tarihül Hulefa Sahife 208)

Efendimiz (s.a.v.) o Emevilerden biri buyurduğu Muaviye’dir, getirip onu Yezid ile tebdil ve tahrif etmişlerdir. Çünkü yukarıda belirttiğimiz hadiste geçtiği üzere Efendimiz (s.a.v.) vefatından sonra hilafet otuz sene sürecektir, ondan sonra hilafet zalimin eline geçecektir. Hz. Ali’nin hilafeti ve Hz. Hasan’ın altı aylık hilafeti ile otuz sene dolmuş ve ardından idareyi Muaviye ele almıştır. Rasûlüllah (s.a.v.) Muaviye’nin idaresinin Zulüm, kendisinin zalim bir Melik olduğunu açıkça beyan buyurmuştur. Bu hadisten de anlaşıldığı üzere ümmetin ilk işini bozan Yezid değil, Muaviye’dir. Nasıl ki, yine Rasûlüllah (s.a.v.)’in Muaviye ve yandaşlarının karşı tarafı teşkil ettiği Sıffin Harbinden bahisle Hz. Ali (k.v.)’ye; Gâsidlerle, yani zalimlerle savaşacaksın buyurduğu gibi.

Rasûlüllah (s.av.)’in Muaviye hakkında buyurduğu sözlerden biride şudur;
وكقول الرسول صلى الله عليه وسلم فى معاوية [ اللهم لا تشبع بطنه ]
“Rabbim! Muaviye’nin karnını doyurma” Rasûlüllahın Muaviye’ye bu Bedduası Rasulullah’ın (sa.v.) O’na elçi gönderip Muaviye’nin elçiyi reddettiği vakit vuku bulmuştur.
Elçiye şöyle demiş Muaviye: “Git Muhammed’e söyle ben yemek yiyorum, gelmeyeceğim.” (Ravzatül-ahbab cilt 3 sahife 481.)
Sonra Muaviye bu bedduanın kendisi hakkında geçtiğini itiraf etmiştir. Hatta çok yemekten aşırı şişman olup, ayakta duramaz hale gelmiştir.

Muaviye hakkında Ehl-i Sünne Velcemaatin kaynaklarından biri ashabı kiramın makaleleridir. O sahabelerden biri Ebu Derda (r.a.) dır. Asıl ismi Malik oğlu Üveymer dir. Ebu Derda (r.a.) Şam’da imiş ve Hz. Osman (r.a.) tarafından görevli imiş.

Ebu Derda (r.a.) şöyle diyor;
فقال أبو درداء من يعذرنى من معاوية أحدثه عن رسول الله ويخبرنى برأيه لا أساكنك بأرض أنت فيه
Şimdi kim beni Muaviye’den mazur görecek, Ben Muaviye’ye Rasûl hadisini okuyorum, O da diyor ki benim de görüşüm şöyledir. Ebu Derda da buna karşılık Muaviye’ye “Senin içinde yaşadığın memlekette yaşayamayacağım, durmayacağım” diyor. (Nakledilen kitabın ismi Kavaidül Tahdis sahife 310.)

Muaviye aleyhine konuşanlardan biri de Ubadete ibni Samit (r.a.) tir. O da Ebu Derda’nın (r.a) söylediğini söylemiş; Muaviye’nin içinde durduğu memlekette ben durmayacağım” demiştir.

Muaviye hakkındaki sahabe-i kiramın makalelerinden biri Haydarı Kerrar’ın makalesidir. Haydarı Kerrar Muaviye hakkında şöyle diyor;
“Muaviye Şeytandır. Şeytan gibi insana önden, arkadan, sağdan ve soldan geliyor, Muaviye’nin şerrine karşı uyanıklık üzere ol!”

Yine Haydarı Kerrar diyor, bazı hutbelerinde;
وقال الحيدر الكرار فيه أيضاً فى بعض خطبه: أيها الناس إصرفوا همتكم إلى قلع أصحاب الطغيان والعداوة وحاربوا هذه الجماعة التى كانوا أعداء للقرآن والحديث وكانوا قاتلين للمهاجرين والأنصار والأخيار والأبرار وهم جماعة قد قبلوا دين الإسلام بالكره والجبر لا بالرضاء والإختيار وهم جماعة أظهروا أنفسهم مسلمين لبعض الزخارف الدنيوية ومنافعها لا بالإخلاص وهم جماعة ليسوا بذوى خبر عن معرفة الله تعالى ] والمراد بالمعرفة هنا الإيمان بالله [ وهم جماعة ليس فيهم من الإيمان والإيقان برق ولا لمع ] (روضة الأحباب. ج4ص472)
“Ey Nas! Himmetinizi sarfedin! Bu adavet ve tuğyan sahiplerinin kökünün kesilmesinde. Bu cemaatle savaşın! (Muaviyeyi kastederek) Çünkü bu Cemaat Kur’anı Kerim ve Hadisi Şerifin düşmanlarıdır. Bu cemaat, Muhacirin, Ensar, Ahyar ve Ebrarın katilleridir. Ve bunlar öyle bir cemaattir ki, İslam dinini kerhen ve cebren kabul etmişlerdir. Rıza ve ihtiyarla değil. Ve bunlar öyle bir cemaattir ki, nefislerini Müslüman gösteriyorlar, bazı dünyevi menfaatler için. Ama kalplerinde ihlâs yok. Ve bunlar öyle bir cemaattir ki, Allah’ın marifetinden hiç haberleri yok” Yani Allah’ı tanımazlar, (marifetten gaye Allaha iman etmektir.) “Yine bunlar öyle bir cemaattir ki, bunlarda iman ve inançtan bir kıvılcım ve ışık yoktur.” (Ravzatül Ahbab cilt 4 sahife 472.)

Ey Okuyucu! İlim kapısı olan Haydari Kerrar’ın sözünü siyaset adamlarının sözleriyle karıştırma! Çünkü Haydari Kerrar fetvadan konuşuyor, siyasetten konuşmuyor. O’nun sözü fetvadır.

Yine Haydari Kerrar başka bir makalesinde Muaviye’ye şöyle diyor;

Bu bir kazadır, Allah’tan gelmiştir. Olacaktı Bu kaza Levhi Mahfuzda ve neshi ilahide mevcuttur. Ama siz ise Ey Muaviye! Siz ne Levhi Mahfuza inanıyorsunuz ne de neshi ilahiye. (Ravzatül ahbab cilt 3 sahife 471)

Ey Okuyucu! Ravzatül Ahbab’ın sözünü küçük, düşük zayıf ve hakir görme! Zira Ravzatül Ahbabın mütercimi, âlim, kâmil, Hanefi mezhebine bağlı, Ehl-i Sünne, Manisalı Beyli zadedir. Beyli zadeye itibar et ve kanaat getir!

Ehl-i Sünnet Velcemaatin kaynaklarından biri de Sa’sa’nın Sıffin savaşının başında Muaviye’ye söylediği şu sözlerdir;
“Ey Muaviye! Sen şarap içiyordun ve sarhoş oldun! Mescide akılsız olarak girdin, Müslümanlara sabah namazı kıldırdın dört rekât olarak, sabah namazının farzı iki rekât iken. Namazdan sonra cemaate döndün ve dedin Ey Cemaat! Bugün keyfim yerindedir. İsterseniz birkaç rekât daha ekleyeyim. Bunu dedin ve Hz. Osman (r.a.) seni Medine’ye çağırdı ve seni görevden aldı ve şarap haddini (cezasını) senin üzerinde uyguladı.” (Ravzatül ahbab cilt 3 sah. 486)

Yine Muaviye hakkındaki Ehl-i Sünne kaynaklarından biri de Muaviye’nin kendi kötülüğünü kendisinin itiraf etmesidir. Kendi kalbine sakladığı gizli nifakı itiraf etmesidir. Ve Muaviye şöyle diyor;
“Ey oğul, ben dinimi de dünyamı da rüzgâra verdim. Seni sevdiğim için. Ali ibni Ebu Talib’in hilafeti hakkında tasarruf yaptım, omzuma günah yükünü aldım Ahirete gidiyorum.” (Ravzatül ahbab cilt 4 sahife 99.)

Yine Muaviye hakkında Ehl-i Sünnenin kaynaklarından biri şu; Amr ibnül As’ın Muaviye’nin sui hatimesini itiraf etmesidir.
Çünkü Amr şöyle diyor; “Din ve Dünyayı satmak zor bir meseledir. Ali ibni Ebu Talib’e karşı savaşmak insanı sui hatimeye çeker. Ey Muaviye! Sen başardıktan sonra beni Mısır üzerine vali kılarsan, Ali’ye karşı olan savaşta seninle beraber olurum.” (Ravzatül ahbab cilt 3 sahife 456.)

Ehl-i Sünne Velcemaatin kaynaklarından biri de şudur; Hasan Basri’nin (Kaddesellahu Sırrahu) Muaviye ile Muğire bin Şube ve Amr bin As’ın kötülüklerini beyan etmesidir. Muğire bin Şube’nin de Muaviye’nin kötülüğünü ikrar etmesidir. Çünkü Hasan Basri (k.s.) şöyle diyor;
إن الحسن رضي الله عنه قال [ أفسد أمر الناس إثنان عمروبن عاص يوم أشار على معاوية برفع المصاحف فحملت ونال من القراء فحكم الخوارج فلا يزال هذاالتحكيم إلى يوم القيامة والمغيرة بن شعبة كان عامل معاوية على الكوفة فكتب إليه معاوية أن إذا قرأت كتابى فاقبل معزولاً فأبطأ عنه فلما ورد عليه قال ما أبطأك قال كنت أوطئه وأهيئه قال وما هو قال البيعة ليزيد من بعدك قال أو قد فعلت قال نعم قال إرجع إلى عملك فلما خرج قال له أصحابه ما ورائك قال وضعت رجل معاوية فى غرز غي لا يزال فيه إلى يوم القيامة قال الحسن البصري فمن أجل ذلك بايع هؤلاء لأبنائهم ولولا ذلك لكانت شورى إلى يوم القيامة. (تاريخ الخلفاء. ص 206)

“İnsanların işini iki kişi fesada uğratmıştır. Biri Amr ibnül As’tır. Çünkü sıffin savaşında Muaviye’ye işaret verdi ki; Mushafları havaya kaldırıp milleti mushafa davet edelim, savaş dursun, yoksa Ali galip gelir, işi hakemlere bırakalım. Hariciler hakemleri tayin ederler ve hakemlerin o zarar verici hükmü kıyamete kadar devam eder. İkinci adam Muğire bin Şube’dir. Muavie’nin Kufe valisi idi. Muaviye buna mektup yazar ki, sen mektubu okuduğunda görevini bırak çık gel, o’ da gecikir. Gecikince Muaviye O’na sorar. Neden geciktin? O’da der ki, bir plan düşünüyordum, bir iş üstünde idim, onun için geciktim. Muaviye der planın ne? Oğlun Yezid için bey’at topluyordum, Senden sonra O’nun hilafeti için diye cevap verir. Muaviye der, sen o şekilde yaptı isen git işine devam et!

Bu mesele ile ilgili olarak Muğire Bin Şube der ki; Muaviyenin ayağını öyle bir dalalet ipine bağladım ki, kıyamete kadar kurtulamaz. Hasan Basri (k.s.) buyurur; Bu sebeple herkes Muavie’den sonra kendi oğluna hilafeti teslim edecektir. Yoksa kıyamete kadar şura ile halife seçilecekti. Muaviye onu bozdu. (Tarihul Hulefa sahife 606.)

Acayibin acayibi şudur ki, Muaviye oğluna neyi tavsiye ettiyse Yezid O’nun tersini yapıyordu. Mesela Yezid’den Hz. Hüseyin’e hürmetli olmasını istedi ve Medine halkına dokunmamasını istedi. Yezid ise bunların zıddını yaptı. Demek bundan anlaşılır ki, O’nun toplumlar içinde yaptığı aleni tavsiyeler riyakârlık üzere bina edilmiştir. Gizliden gizliye ise bu tavsiyelerin zıddını emrederdi.

Yezid ile Muaviye arasında gerçek olarak hakikatte muhalefet yoktur. Ne hayat ne de memat zamanında. Çünkü Muaviye açık bir ilanla ilan etmiştir ki, dinini ve dünyasını oğlu yezid’e feda etmiştir, yukarıda belirtildiği gibi.

Tarihül Hülafanın 206. sahifesinde de geçtiği üzere Muaviye oğlu Yezid için diyor ki; “Oğlum Yezid herkesin oğlundan Hilafete daha layıktır.” Daha bunlar arasında muhalefet mümkün olur mu? Muaviye’nin muradı Yezidin muradıdır. Yezidin muradı Muaviye’nin muradıdır. Aralarında ihtilaf yoktur.